Menu

Kirlenirken her şey, ben şehirden ayrılıyordum..

                Ve göstermelik yaşamlarımızda önemli yer tutan yolculukların birinde,  gelip gittiğim o asfalt üzerinde varlığını sürdüren tüm canlılara büyük saygı duyumsadığımı bir kez daha belirtmekten alıkoyamıyorum kendimi.. Bir gece vakti öyle tükenmiş, öyle yücelmiş bir vaziyette çıktığım yolun, dönüş istikametinde eski benden çok farklı olacağını henüz bilmiyordum..

                Büyük şehir budalalıklarını daha sonraki yazılarda sıkıştıracağım.. O kuyrukları, ve trafik lambalarını.. Düzensizliğin hakim olduğu düzeni.. Ve kolpacıların ve jop müptelalarının cirit attığı, fahişeliğin her dalının yapıldığı o koca ışıklı pis şehirlerden birinde, arka sokaklara gitme cesareti taşıyamaz yeni gelmiş körpeler.. Oysa Anadolu’nun bir kasabasında işler öyle değildir.. Her şeyin bir usulü vardır ve usulü kimse bozmaya yeltenmez bile.. Büyük şehirlerde göz korkutması gereken cezai yaptırımlar o kadar çaresiz ve aciz kalıyor ki! Hakimler, savcılar ve mahkemelerin çoğunlukla misyonsuzluktan acınası hallerini gören o değerden yoksun çılgınlar, bir dahakine daha büyük bir suçla aynı mezbahaneye dönme lüksünü tadacaklardır..

                Büyükşehirlerin genel problemi bu aslında; şehir yürüyor.. Şehir durmuyor, koşuyor ve bu sürecin sekteye uğrayacak bir durumu ne yazık ki yok.. Yani demem o ki; koşan şehrin üzerinde sürünen insanları izlemek ve onlar hakkında ileri geri düşüncelerimi ortalığa düzmek, bende bir utanç duygusuna neden oluyor.. Utangaçlık, sıkılganlık ve agresiflik yüzünden bir gün başımı belaya sokabilirim pek tabi.. Ama günümüz dünyasında bunlara sahip olmadan da baş belaya sokulabiliyor ve sonuçları hiç de güzel olmuyor ne yazık ki..

                Bir kent düşünsenize, büyük bir kent.. Çöp kutularına bomba konulur korkusuyla kaldırıldığı, otobüslerde sıkış tepiş bir vaziyette insan onurunu hiçe sayan uygulamaların o ironik sergilenişleri..  Sağda solda dilenmekten beter, peçete satan insanlar.. Ve sokak sanatçıları.. Kimisi insanın duygularıyla oynama amacı güden ama; çoğunluğunun sanatçı olarak görülebileceği o değerli insanlar..

                Yaşamakla ölmek arasındaki ince bir çizgi aslında hayat.. Ve belki de biz her gün ölürken hissetmeden, koca şehirlerin ışıkları yanmaya devam ediyor.. Ve bir çift, soluk soluğa kalıyor yatak odasında.. Böyle durumlarda, kendini bir kutunun içinde hissettiğiniz oluyorsa bu doğal olması gereken bir durum gibi geliyor bana.. Zira kendimi bildim bileli bu kutuyu çevremde hissediyorum.. Belki de komplo teorilerinin hayatımıza dahil olması ve her bir bireyin şizofrenik tepkimelere yol açan deneyleri öyle ya da böyle tatması sonucu; kendimizi belli kısıtlanmışlıklar içinde kalmış bir vaziyette hissetmemizin temel nedeni de budur..

                Veyahut koca bir budalanın, koskocaman saçmalıklarını okuyorsunuz.. Bir hiçlik hikayesi gibi.. Ölü doğmuş bir bebeğin mezarının anlamı gibi bir hiçlik.. O mezarın bir anne dışında başka hiçbir ziyaretçisinin olmayacak olması kadar ahmakça ve bunu benim dert edecek kadar delice bir durum bu.. O mezara sarılıp ölmeyi bekleyen bir annenin iç çekmesi gibi hüzünle bakıyorum gözlerinize.. Ahmakça sırıtıyorsunuz.. Bütün pisliklerinizi, irin dolu benliğinizi gizleyerek öylece yanımdan geçiyorsunuz.. İçinizdeki öyle bir pislik ki, yanınıza yaklaşan kim varsa bir salgın gibi yayılıyorsunuz..

Kirlenirken her şey, ben şehirden ayrılıyordum..

KorsanKalem 17.03.2013 00.44

Beğen