Küçük bir şey yitirdiğini zannedersin. Oysa yiten-yitirdiğin kocaman bir şeydir. Canını yakan ne varsa, önemsiz kalır bu acı karşısında… Canın, bir daha bu kadar çok yanmaz bilirsin… Her şey kurulu bir düzenin sonucu mudur? Yoksa her şey, her gün kurulmaya mı mahkûmdur? İçinden çıkamadığın sorularla büyürsün. Sahi gerçekten büyür müsün?
Yağmur damlaları, gözyaşlarıma karışıyordu. Ben böyle günlerde hep ağlarım ve böyle günler hep yağmur yağar. Birbirini dengeleme olayıdır aslında, bu hayat ve hayatın içinde yaşadığımız tutarsızlıklar. Gömleğimin düğmelerini iliklerken, bugün de işe geç kaldığımın farkındaydım aslında. Ama gömleğimin düğmeleri iliklenmeliydi. Ve ilk sigaramı, hızlı adımlarla ilerlerken içmeliydim. İnsan, eksiklerini bir şekilde görmezden gelebilmeli. Yoksa yaşamanın çok da anlamı kalmıyor. Yani bir nevi oyun gibi bir şey. Hani çocukken her çeşidini sıkılmadan oynadığımız…
Yılların adım adım geçişine bakılırsa büyüyoruz. Her yaşın ayrı sorumlulukları yapışıyor sırtımıza. Kendimizi hiç olmadık yerlerde, olmadık işlerde, tanımadığımız insanlarla buluyoruz. Bize hitap etmeyen hikâyelerin içinde, bir rol buluyoruz. Ve oynuyoruz rolümüzü… Oynamazsak oyunun dışında kalacağız çünkü… Oynamazsak eksik yaşayacağız. Yılların geçişine boyun eğiyoruz, zamanın kirine bulanıyoruz, mutsuzluğa atılıyoruz… Birbirini tanımayan komşular, akrabalar, sevgililer çıkıyor sokaklara… Herkes herkese şüpheyle yaklaşıyor. Ve bu sokakta düşenin hiç dostu olmuyor. Belki dedikodusu yapılıyor, niyeti kötü olanlar bıyık altından gülüyor hatta…
Güçlü gücünün farkında, ama gücünün kudretiyle güçsüzün elinden tutmuyor… Güçsüz susuyor ve güçlünün gölgesinden bile korkuyor… Ve arada öyle büyük uçurumlar oluşuyor ki, hiçbir köprü bu iki ucu kavuşturamıyor… Özel okula giden bir çocukla, sokakta köpeklerle oynayan bir çocuk arasında kocaman bir vicdansızlık duvarı vardır! O duvarı çocuklar görmese de, yaşı kemale ermiş her insan apaçık görüyor. Görüyoruz, görüyoruz ama susuyoruz işte. Çünkü gezeceğimiz ülkeler var. İçeceğimiz çeşit çeşit içkiler, yılbaşı eğlenceleri, kadınlar matinesi, çılgın gece partileri var… Var da var yani… O kadar çok şey varken, sokağa bulanan masum bir çocuğun hayatına bir şey katmanın ne önemi var ki? O çocuk büyüyüp, bu sahtekâr düzeni mi değiştirecek? Böyle gelmiş böyle gider öyle ya…
Yaşamlarımıza baktığımızda, hep bir boyun eğme var aslında. Korkulara yenik, sürdüğümüz koca bir hayat var. Adım atamamaktan ileri gelen yaşanmamışlıklarla dolu yıllarımız… Ya da darmadağın bir hayatın pişmanlıkları var. Sigaramızın dumanını savururken sokağın köşe başlarında, görmek-duymak istemediğimiz onlarca şey var. Hep birilerine kızıyoruz. Hep birileri yüzünden bu dünya böyle! Ama eleştirdiğimiz hiçbir şeyi, değiştirmek için savaşmıyoruz. Uydurma haberlerin, uydurma ideolojilerin peşinden koşup; mutsuz kılıyoruz yarınları… Bir çocuk gözlerimizin önünde ölüyor. Çocuklar hep, ölüyor!
Yiten bir çocuğun ardından, yarına dair en ufak umut yüklü bir söz söylenemez. Söylenmemeli… Bugünü iyileştirmeden, yarının sözcülüğünü üstlenmesin kimse! Kimse öne atılmasın… Bugün herkes evlerine çekilsin ve ağlasın. Bugün yağmur yağsın. Hiçbir çocuk sokaklara çıkmasın. En ufak bir oyun oynanmasın bugün… Bugün Burak, bir elin parmakları kadar yaşayıp toprağa girmesin! Hiçbir müezzin sela okumasın bugün! Bugün herkes evlerinin karanlık bir köşesinde otursun. Televizyonlar açılmasın. Hayat dursun bugün! Kimse en ufak bir tebessüm etmesin! Yüzünde gülümseme olan herkesi polis nezarete atsın! Cumhuriyet savcıları gözaltına alınanlar hakkında, en ağır suçtan iddianame hazırlayıp mahkemeye sunsun. Mahkeme, sanığa iyi halden +30 yıl ceza versin! Ve mahkûm karanlık bir hücreye kapatılsın! Bu gün vicdanları susmuş, insanlıkları yitmiş, ahlak bekçiliği yapan sapmış, paralarını sokacak yer bulamayan herkes dışlansın! Bari bugün iyiyle kötü ayrıştırılsın!
Bugün; sokağımızda köpeklerle oyun oynayan, ezilme tehlikesi geçirdiğinde şoför tarafından azarlanan, ateşle oynayıp bir dükkânı yakan, ikram edilen lokumları afiyetle yiyen, neşesinden herkese pay veren Burak’ı sonsuzluğa uğurlayacağız… Biz Ona hiç doyamadık… Sosyal hizmetlere verildiğinde içimiz acıdı. Çünkü Burak, öyle güzel şeyler başaracaktı ki… Büyüyecekti… Annesi kıt kanaat büyütecekti Onu. Babası tüm sorumsuzluğuyla bir yerlerde yaşayacaktı! Burak büyüyecek, bir kıza âşık olacak, okuyacak kocaman bir adam olacaktı. Belki yuvarlandığı bu kirli sokakların umudu olacaktı… Ama Burak, evde çıkan yangın sonucunda zehirlenerek hayatını kaybetti. Annesi çalışmak zorundaydı. O uyuyordu ve şarjda olan bir laptop alev aldı… Yitirdik Onu… Bencilliğimiz katlandı, büyüdü, dağ gibi oldu… Bu gün de ölmedik, birileri ise hiç günahsız öldü ama…
Küçük bir şey yitirdiğini zannedersin. Oysa yiten-yitirdiğin kocaman bir şeydir. Canını yakan ne varsa, önemsiz kalır bu acı karşısında… Canın, bir daha bu kadar çok yanmaz bilirsin… Her şey kurulu bir düzenin sonucu mudur? Yoksa her şey, her gün kurulmaya mı mahkûmdur? İçinden çıkamadığın sorularla büyürsün. Sahi gerçekten büyür müsün?
Nurican G. (KorsanKalem) Fotoğraflar Esen KULA’ya aittir.
04.04.16 04.40