Menu

Ben Asım…

-Günebakan-

Sanki her şeyi yazmış, her şeyi anlatmış gibiyim. Tüm koşturmacaların yorgunu, tüm dostlukların küskünüyüm. Gecelere doymuş, gündüzlerde yorulmuş gibiyim. Gözlerim görmekten kör, kulaklarım işitmekten sağır olmuş. Kaçsam, kaçacak bir delik yok! Aklımı meşgul ediyorum. Coşkulu bir hayatın dilsiz bir zanlısıyım…

Buraya çok uzak bir yerden geldim. Ben gelmek istemedim, yol beni getirdi. Buraya attı. Bir çöp yığını gibi kaldım öylece. Çevremde yaz mevsiminin kavurucu rüzgârları savruluyor. İnsanları belli belirsiz görüyorum. Onlarsa beni görmezden geliyor. Bu hayatta görmezden gelinen herkesin hissettiği gibi hissediyorum. Herkes gibi çöküyor ruhum bedenimin en dibine… Zaten bir süredir varlığından bile bir haberim. İnsanın ruhuna küsmesi ve bunun akabinde ruhun bedenin bir köşesine sinmesi kadar ıstırap veren başka bir his daha tanımıyorum. Olsa olsa ruhun topyekûn bedenden ayrıldığı o âna; o bilmediğimiz, en korktuğumuz şeyin yani ölümün ıstırabına kafa tutamayabilir. Bu da muamma!

Yol kenarında kendiliğinden büyüdüğü anlaşılan günebakanlar güneşle bakışıyorlar. Hepsini tekmelemek geçiyor içimden. Kamyon kasalarından dökülüp hiç kimsenin yetişmesi için bir umut beslemediği o günebakanlar, her şeye rağmen bir yolunu bulup varoluş mücadelesini kazanabilmişler. Bu gerçekle yüzleşip vasat hayatımın başarısızlıklarla dolu anlarını aklıma getirdiklerinden dolayı kızıyorum onlara. Oysa yaptığım şey, her zamanki gibi kendi hatalarımı ıskalayıp başkalarının başarılarına öfkelenmekten öteye gidemiyor. Kafamın içindekileri boş verip bir süre günebakanları seyrediyorum. Az önce içimden geçirdiklerim için utandığımı hissediyorum. Sanki günebakanlar bir olmuş beni düşüncelerimden dolayı kınıyorlar… Bu ilk duyduğunuzda saçma gelse de, onların da canlı oldukları ve belki de henüz keşfedilmemiş bir hissiyatla bu dünyayı algıladıkları olasılığını akıllardan çıkarmamak gerek… Hayat olasılıkların belirsizliğiyle ilerliyor. Yani en azından benim için bu zamana kadar böyle oldu. Ama en olmazları payıma düştükçe, olasılıklara da şüpheyle yaklaşıyor insan…

Gözüme kestirdiğim -en büyüğü- günebakanı bir hışımla koparttım. Bunu yaparken hemen yanındaki günebakanları da dikkatlice izledim. En ufak bir hareket, bir korku, bir tedirginlik sezmedim. O an onların yerinde sıralanmış insanlar olsaydı ve ben içlerinden birinin kafasını koparsaydım, muhtemelen herkes çığlık çığlığa kaçışırdı. Günebakanların kaçmak için kullanacakları bacakları yoktu. Yani en başından bu hayatı iyi ya da kötü kabullenmek zorundaydılar. Biz ise çok farklıydık… Kaçtığımız her an, her insan, her yalan görünmez bir bağla sırtımıza yüklenmişti. Belki, bir günebakan gibi suya aç köklerimizle bu kara toprağa fiziksel olarak bağlansaydık düşünecek bir şeyimiz hiç olmayacaktı… Ama görünmez bağlarla, yaşamın tüm unsurlarına bağlı olduğumuz ilk günden beri; günebakanların mutluluğundan çok uzaktayız… İşte bu yüzden kopardığım günebakanın içindeki çekirdekleri kabuğundan ayırmaya bile tenezzül etmeden yemeye başladım. Belli belirsiz boğazıma yapışan kabukların  neden olduğu öksürük krizlerine rağmen, bu eylemimi sürdürmeye devam ettim.

Sonra bir sahile ulaştım. Yol beni bu sahile getirmişti. Gömleğimin cebinde ezilip eğri büğrü olmuş paketin içindeki son sigarayı elime alıp bir süre onunla oynadım. Boğazıma yapışan kabuklar mideme doğru yola çıkmış olmalı ki öksürük dindi. Sigarayı yakıp derince bir nefes aldım. Onlarca kere yeminler edip bıraktığım ama ümitsiz âşıklar gibi dönüp dolaşıp kapısına geldiğim sigarayı, belki de içime çektiğim bu ilk nefes için bırakamıyordum. İçimde büyüyen öfkeyle sigarayı kuma fırlattım. Sonra eğilip bir daha aldım sigarayı. Kum taneleri, dudağımın ıslattığı kısmı bir duvar gibi sarmıştı. Buna rağmen derin bir nefes çekip sonsuza kadar bir araya gelmemek üzere sigarayı kumun içine bastım.

Gün usulca batıyordu. Denizle karanın ayrıldığı ya da buluştuğu sıfır noktasına kadar ilerledim. Dalgaların çıkardığı sesler belli belirsiz bir ahenkle içime işlerken karanın sınırını geçmiş, denizin içine girmiştim. Elimdeki günebakanın sıralandığı yolun kenarındaki diğer günebakanlar ise güneşin hükmünü yitirdiği ve uzun bir gecenin adım adım geldiği bu anda, boyunlarını çoktan eğmişlerdi. Bir hışımla denizin dibine dalıp gözlerimi açtım. Tuzlu su gözlerime taarruz ederken, ben de dipte büyükçe bir taş buldum ve günebakanı o taşın altına sıkıştırıp suyun yüzeyine çıktım.

Ben Asım… Bu hayatta hiçbir şeyi başaramadım. Hiç mutlu olmadım ve sevilmedim hiç! Sevemedim de… Ne yaptıysam olmadı. Olduramadım. Ben de yaşamayı bir kenara bırakıp öldürmeyi seçtim.

Ben Asım; bu hayat beni ne astı ne de kesti ama bir cinayet ne olursa olsun, tamamlanmalıydı…

Beğen  
Önceki Yazı
Sonraki Yazı