Menu

Pazar Günü Bakışmaları

Pazar Günü Bakışmaları

Pazar gününün rehaveti üzerime çökmüştü. Çoktandır uğramadığım odamın düzensizliğinden yakınıp bir cesaretle düzenlemeye koyuldum. Üzerime yığılmış olan ölü toprağını eşeleyip gün yüzüne çıkmak yine pek güç gibi görünüyor. Bu his, bu ruhsuz tavır, günü geçiştirme telaşı daha ne kadar benimle birlikte nefes almayı sürdürecek? Cevabını bilmediğim sorular herkes gibi benim de canımı sıkıyor fakat bu sıkıntı karşısında hiçbir şey yapamıyorum. Oysa zaman tüm sevimsizliğiyle akıp gidiyordu. Bunu kolumdan çıkarmadığım saat doğruluyor, gün doğumu ve batımı hissettiriyor ve saçlarımdaki beyaz teller kabullendiriyordu. Peki, ne istiyordum? Bu hayattan ne istenebilirdi?

Belki de hiçbir şey… Belki de biz, yani insanlar her şeyi abartıyoruz. İçinde yaşadığımız dünya alelade bir ömrü sürdürüp geçip gidilecek bir duraktır belki de… Biz her şeyi abarttığımız için bir mana yüklemenin gerekli olduğunu düşündük. Kimisi tüm dünyaya hükmetmeyi arzuladı, kimisi ölümsüzlüğü keşfetmeyi, bir başkası dünyanın ötesinde bir gezegeni ve orada yaşamayı, ötekisi en zengin olmayı… Bir sürü mana, bir sürü arzu, bir sürü ideal… Geçip giden milyonlarca insanın şu koca dünyada anlamlı bir hikâye yaratması gerekiyordu. Başkaları için önemsiz, gereksiz, saçma olarak nitelendirilse de bir mana için yaşadılar ve nihayetinde ölüp gittiler. Onlardan geriye kalan ne varsa sahiplenildi. Kötü, iyi, komik, dehşetli, saçma her şey… Değişti, güncellendi fakat yine aynı yollardan geçip, aynı kapıları açtı…

Yıl 2024… Farklı ilerliyor pek çok şey… Eskiden tek mananın peşinde koşanların torunları bugün her şeye sahip olmak istiyor. Ve bunu isterken hiçbir cefa çekmeyi de göze almadan istiyorlar. Doymak bilmez bir açlıkla saldırıyorlar ne varsa… Elbet bu doyumsuzluğun sonuçları olacak. Bu kusursuz plan çöktüğünde ve bir başlarına kaldıklarında ellerindekilerle yetinmenin ne denli zor olduğu er geç anlaşılacaktır…

İç sıkıcı bir Pazar günü, kuracak cümlelerimin yetimliğiyle masamdaki akşamüstü yansımalarını seyrediyorum. Aklımdan geçenler, cümlelerle aktarılamayacak kadar karmaşık. Yanı başımdaki onlarca kitabın şahitliğinde huzursuz bir ihtiyar gibi klavyenin tuşlarını temizliyorum. Ellerimin teri klavyemde bir uyanışa sebep oluyor. Bir trafik kazasından sonra yaşanan kısacık bir şok halindeyiz şimdi. Kimsenin umursamadığı ve hiçbir şeye gebe olmayan bu metinde anlatılanlar belki de Pazar günümün bir özeti… Her şeyin üstesinden gelmeyi çok isterdim. İçine kapandığım bu sönmüş volkanın patlamaya niyetinin olmadığını biliyorum. Bir ümit, kırmak istiyorum kapıları. Bir ümit, sövmek istiyorum herkese ve her şeye… Belki utancından bir kaya çatlar da patlar bu volkan diyorum. Akıtırız lavlarını… Belki bir yol arar insanlar tüm kötü şeyler için… İçim dışıma çıkana kadar içmek istiyorum sonra… Hiçbir yararını görmediğim rakı sofralarının anason kokulu sohbetlerini anımsayınca susuyorum. Bu suskunluk bir gün haykırtacak beni biliyorum. Başıma iş alacağım. Tüm kötü günleri özletecek bu haykırış. Sonra yine hiçliğe bulanacağım…

Başından beri izliyor beni… Onu oraya T. asmıştı. Kraft kâğıda basmıştım fotoğrafını… Masamın üzerinde öylece duruyordu. Asmak aklıma gelmemişti ya da çekinmiştim yazarken onun gözleriyle buluşmaktan… Tanışmak isterdim. Yanında kısacık bir an bile olsa bulunmak, onunla aynı kül tablasına sigaralarımızın külünü atmak ve sigarasını bitirdiğinde kül tablasına sigarayı basışına tanık olmak isterdim. Konuşmasak da olurdu. Şuan fotoğrafıyla yaptığı gibi gerçekte de gözlerini bana dikip baksa yeterliydi benim için… Oğuz Atay…

Güneş ışınları çekiliyor kentin üzerinden… Odam sonbahar renklerinde, soluyor… Eski bir fotoğraf makinesiyle çektiğim Amasra fotoğrafı daha bir karamsar görünüyor gözüme. Hemen altında bulunan hedeflerim listeleri, işaretlenmemiş günleriyle bana kızgın kızgın bakıyor. Beyaz bir A4 kâğıdının ne kadar çirkin olduğunu o vakit fark ediyorum. Eğer Oğuz Atay’ın fotoğrafını beyaz bir kâğıda bassaymışım çok büyük ayıp edermişim gibi geliyor. Yanımda bulunan kitaplıktaki eski kitaplara bakıyorum -pek çoğu şiir kitabı-. Sarı sayfalarda şiirler de pek anlamlı, kederli, değerli görünüyor gözüme… Manamı düşünüyorum hemen sonra. Eskinin bana kattığı o derin yük… Aklıma Mardin geliyor. Koskoca yapay iki karpuzun içindeki bir sürü elektronik cihaz aklımı bulandırıyor. Eski kalenin tepesinde… Şimdi yok o iki karpuz… İzmir’in büyük olduğu yıllar, düşüyor peşime… Lunaparktaki devasa gorilden ürktüğüm ama yine de dibine kadar gittiğim yıllar. Şimdi küçülüyor her şey gibi… Kaç yıl olmuş orada mıdır hâlâ? Aynı kafeste mi haykırıyor çocuklara? Ünye, fındık bahçeleri… İlk şnorkel maske denemeleri, yengeç avlayan kahramanlar olduğumuz yıllar… Hepsi geçti… Her şey gibi… Anıları sayıklayan ihtiyarlar gibi bu yaşımda savrulduğum hayata tutunmaya çalışıyorum. Yaptığım ne varsa yarım yamalak… Ama kim tam ki? Kim olmuş, kim tamamlanmış şu hayatta? Hüzünle bakıyor Oğuz Atay, bir Pazar daha gecesine kavuşuyor; artık daha çok bakışacağız…

İnstagram hesabımı takip edebilir, diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz. Ya da her neyse…

– Pazar Günü Bakışmaları

Beğen  3