Menu

Kompartıman

Kompartıman

İşten çıkışların dramatik yansımalarını seyrediyorum bir süredir. Tepelerin zirvelerine dalan gözlerim, kim bilir hangi yaşanmışlıkların tozlu sayfalarını açıyor? Bir kavga var; içinde bir yerlerde, olmaması gerekenlerle olması istenilenler arasında… Anlamını yitirmiş bütün kelimelerin sırasını bekleyip uzun kuyruklar oluşturduğu, saçma sapan anekdotların araya kaynak yapıp işi sulandırdığı bir kısır döngü… İyi şeylerden bahsetmeyi geçtik artık. Çünkü iyi de bir şekilde kirletildi. Yıpratılıp eğri büğrü bir şekle dönüştürüldü! Çok yazık! Elimizde kalanları derlemek, onlardan sağlam bir cümle oluşturup o cümlenin ardında yürümek imkânı çoktan yitirildi. Şimdi durmuş bir saat gibiyiz. Günün iki anında doğruyu işaret edebiliyoruz. Bozuk saatler ise dört bir yanı sarmış…

Güneş kasım ayında içimdeki karanlığı ısıtıyor. Ama aydınlatamıyor o karanlığı. Sıcak bir karanlık var içimde… Büyüyecek diye ödüm kopuyor. Ödüm kopuyor ama bir çare bulamıyorum. Tam odaklanıp harekete geçecekken bir şeyler oluyor. Çok yakınımda değil ama ucu bana dokunuyor. Ucunun bana dokunduğu her şey karanlığı büyütüyor. Ayların tükenişine bağlıyorum her şeyi. İyi ya da kötü ne varsa zamanla başka şeylere evirilecek ve daha huzurlu olacağım. Sahte bir inanç bu… Bir geçiştirme ya da dayanma gücü! Ne dersek diyelim, aynı yerdeyiz. Aynı telaşlarla kuşanıyoruz bu genç yaşımızda… Yaşlanmak bir çözüm oluyor. Yaşlanıp her şeyi unutmak çözümümüz. Çünkü unutulmayacak şeyler yaşıyoruz. Unuttuğumuz güzellikleri, unuttuğumuz incelikleri kuru bir çiçek gibi çıkarıp vazosundan bir poşetin içine tepiyoruz. Çöp kutumuz kuru çiçeklerle bezeli…

Artık her şeye bir adım daha uzağız. Uzaklaşmak hep daha iyi geliyor. Ama adım adım kendimizden uzaklaştıkça da eksikliğini yaşıyoruz. İnsan kendinden ne kadar kaçabilir? Ne kadar uzaklaşabilir benliğinden? İnsan kendinden ne kadar kaçabilirse o kadar kaçıyor, ne kadar uzaklaşabilirse benliğinden o kadar uzaklaşabiliyoruz. O zaman da başka bir şey oluyor. Başka bir şeye dönüşüyoruz. Tanımıyoruz bu yeni şeyi. Sevmiyoruz… Çünkü artık başka bir hikâyeye dâhiliz, başka biri olarak… Uzun bir tren yolculuğunun anlamsızlığı içindeyiz sanki. Herkes aynı yere gidiyor ama kimse doğru yere gitmiyor…

Kompartımanda mutsuz insanlara eşlik eden mutsuzluk bulutu, dağların içine oyulmuş tünellere kadar sinmiş durumda. O koku, artık hiçbir yolcunun zihninden çıkamaz. Yaşanmışlıkların yüzümüze kattığı çizgiler daha keskin… Herkes aynı sessiz cümlelerle konuşuyor. Yerde kuru ekmeği bir oyun gibi kemiren çocuk bozuyor sessizliği. Çıkardığı anlamsız sesler, eskinin kuş cıvıltılı günlerini anımsatıyor. Herkesin gözü çocuğun elindeki kuru ekmekte. Isırmak için çok sert ekmek. Kırmızı yanakları ekmek kırıklarıyla kaplanmış çocuk, tüm gücüyle mücadele ediyor yiyebilmek için ekmeği. Karşımdaki ihtiyar kadın çocuğun mücadelesini seyredip gülümsüyor. Gülümseyince ağzında kalan tek dişini görüyorum. Yarısı çürümüş o diş de yakın bir gelecekte yok olup gidecek ve kadın dişsiz kalacak. O an aklıma bir soru takılıyor; diş mi önce düşecek, yoksa kadın mı? Bunu hiç bilemeyeceğim. Bilemeyeceğim pek çok soru gibi… Kadının yüzündeki tebessüm bir anda kayboluyor ve ağzından odadaki sessiz cümlelere inat, “Buna da şükür…” çıkıveriyor. Herkes bir an susup ihtiyar kadına bakıyor ve hemen sonra bilinmez sohbetlerin içinde savrulmaya devam ediyorlar. Çocuk da herkes gibi kadına bakıyor ancak bakarken elindeki kuru ekmeği yere düşürüyor. Ekmek ayakucuma doğru yuvarlanıyor. Bu sefer çocuk bana bakıyor ve gülümsüyor…

kompartıman

– Kompartıman

İnstagram hesabımı da takip edebilirsiniz.

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.

Beğen