Menu

Tek Tanık Martılardı

Tek Tanık Martılardı

Anlamlı cümleler kurmak isterdim. Yağmurun yağışındaki anlam kadar anlamlı cümleler… Bir şeyleri değiştirebileceğime inansaydım eğer… Fakat anlamını kaybetmiş cümlelerle dolu bir bavul taşıyorum. Büyük planların ortasında kalmış bir oyuncağım oysa. Sırtımın yükünü kâğıttan bir gemiye yük ettim. Seyrediyorum batışını. Suskunluk geçiyor içimden. Trene atlamış askerler. Bilindik güzel hikâyelerle avunuyor dört bir yanım. Bilindik kötü hikâyeler sessizce konuşuluyor. Büyük şehirlerin koşturmacalarıyla oyalanılıyor. Belki bir sebepten ötürü gözlerim yaşarıyor. Bilmiyorum neden? En çok da oyuncaklarımı özlüyorum. Nemli bir bodrum katına hapsolmuşlar. Sırtıma sokulan havluları düşünüyorum. Kaç havlu benimle perişan olmuş, kaç oyunu bozmuşum bile isteye… Mızıkçılık yapıyorum trafikte beklerken. Taksicilerin de insan olduğu geliyor aklıma. Herkes bir yerinden dişlerken onların canı mı yok da dişlemesinler diye geçiyor içimden. Çekmesinler mi derinin bir kenarından? En çok da kurumuş derelerin üzerindeki köprülere acıyorum. Çünkü dere gidince anlamsız kalıyor köprü de. Biliyorum tutarsız bir artış var cümlelerimde. Her şeyin değeri –her şeyin değersizliği- artarken cümlelerdeki tutarsızlıklarda da bir artış yakalamak gerek gibi geliyor bugünlerde… Aslında bir orta yol bulunup toptan delirmenin bir çaresini bulmamız gerekiyor. Belki toplu bir cinnet çözecek tüm bu renksizliği… Yüzümde tıraş olmama rahatlığıyla aranıyorum. Birileri takıntılı bir şekilde beni arıyor. İşin garip yanı ben de kendimi bulamıyorum. Belki ilan etmeli meçhule giden geminin kaptanı olduğumu.

Sanırım bir şey oldu ve kapandı kapı. Hangi kapı, hangi ev, hangi sokak belli değil. O kapı kapandı ve başladı her şey. Mide bulantısıyla geldi, gözyaşlarıyla karşılandı ve derin bir sessizlik başladı. Konuşmalar gerçek konuşma, gülüşmeler gerçek gülüşme değildi. Her şey öylesineydi, her şey bayağı bir öğle vakti gerçekleşti. Sürdü sonra… Bitmeye cesaret de edemedi. Bir geleneğe dönüştü. Herkesin bildiği, herkesin tanık olduğu, herkesin utanmadan kabullendiği bu gerçek kaçınılmaza doğru sürdü. Sonra bir diş ağrısı ya da mideye saplanan kramp veyahut migrenin en alası başladı. Herkesin bir derdi vardı, kimse kimseye derman bulamadı. Utandık, usandık ama uyanamadık. En uzun geceydi, ölüm uykusuydu. Kimse ölmedi, ruhlarımızı katlettik. Bedenlerimiz kaldı. Dolaşıyor oradan oraya. Bir şeyi anlamlı kılmaktı niyetimiz, anlamsız kaldık.

Uzak diyarların acıları, yakın diyarların sevinçleri, geçen günler, acil çıkış kapıları, yangınlar, ilk buluşma heyecanı, boyasız duvar, yenilenen evren, arka sokak, kanalizasyon temeli, ölüm makineleri, cephe denetlemesi, tüneller, taktik savaşları, yırtık para, önem verilenler, feda edilenler, insan… Otobüsün camından yansıyan tüm bu kelimeler bir yığın olup çöp kutularına atılıp büyük çöp kamyonlarına doldurulup şehrin dışındaki dev çöp yığınının orta yerine dökülüyor. Martılar eşeliyor yeni gelen kamyon dolusu kelimeleri, tadı hoş gelenleri kursaklarına doldurup kaçışıyorlar. İşte bu yüzden tek tanık onlar. Martılar tükenen her şeyden haberdar, dinleyin haykırıyorlar…

İnstagram hesabımı takip edebilir, diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz. Ya da her neyse…

Tek Tanık Martılardı

– Tek Tanık Martılardı

Beğen  1
Etiketler