Menu

Çorbanın Tuzu

Çorbanın Tuzu

Pandemiyle birlikte fiziksel olarak yavaşlayan hayatım, içsel bir koşuşturmacaya büründü. Uzunca bir zamandır yazmak dâhil pek çok şeyi erteledim, öteledim, yanı başımdan uzaklaştırdım. Bedenim hantallaşırken, beynimin içindeki düşünceler oradan oraya savrulup çoğunlukla ruhumda bulanık yaralara sebep oluyordu. Bir çıkmazdaydım. Bir çıkmazdayız… Gelecek hep belirsizdi de şimdi sanki daha bir bulanıklaştı. Ya da gözlerim eskisi kadar öngöremiyor yaşanacakları. Kimine göre orta yaş bunalımları, kimine göre boş hayal koşturmacalarının yorgunlukları, mevsim geçişleri, ekonomik buhranlar ve diğer şeyler yüzünden bu boşluk. Evet, bir boşlukta ne kadar kalınabilirse o kadar kaldım. Bir zemin arıyorum. Ama zeminle buluşmam pek de kolay değil! Çünkü düşüşler genellikle can acıtır…

Bir takım olağan dışı hayaller peşinde koşan nice insanın geçtiği o engebeli yollarda sürünüyorum. Gerçekleşmesi için göstermem gereken çabayı gösterebiliyor muyum bir soru işareti. Ama samimi olmak gerekirse mutfağa gidip su almaya bile gücüm yok gibi. Sanırım bu aralar pek çoğunuz da benim koloniye üye…

Çağın hızına mı yetişemiyoruz yoksa gayet doğal mı bu yaşadıklarımız? Yaşadığımız dönem, farklı bir var olma anlayışı koydu masamıza. Artık barajları aşmamız ve her an, her yerde ve her şekilde olabilmemiz gerekiyor. Ama ben twitter’a yetişsem instagram’ı kaçırıyorum, instagramda coşsam facebook’ta susuyor, youtube’ta boğuluyorum. Bir sürü uzmanı çıkmış her birinin, her gün onlarca gereksiz cümle beynimin içine dolarken tek bir cümle dahi okuyamıyorum kitaplığımdaki kitaplardan… Her gün sağlıklı yaşam bültenlerinde doğrusunu ararken uykularım kaçıyor. Sabaha karşı yığılıyorum yatağıma. Sağlık, sağlık ocağında pişirilen bir şey midir?

Üretmek, üretmek, daha çok üretmek ve üretirken sürekli tüketmek gerekiyor. Ama tüketirken üretmeye gücüm var mı? Hep iyi dileklerle çıkılan yollarda, kötü bir sonla kalakalıyorum. Doğru yöntemi araştırırken, yanlış adımlar atıyorum. Keşkeler, keşkeklerle karışıp mideme dolarken kendimi tıka basa susmuş buluyorum. Bayadır kilo alıyorum…

Bir sürü film var seyredeceğim, bir sürü dizi, bir sürü belgesel… Her gün yenileri usul usul katılıyor bu sürüye… Sürüden ayrılanı kurt kapıyor gibi bir his doğuyor içimde. Planlamaya kalksam ömrüm yetmez. Yetmiyor, yetişemiyorum. Ben yenisine alışmaya çalışırken başka bir devrim oluyor ve ben nedense altında kalıveriyorum. Altta hep ben kalıyorum. Devrim yine kendi çocuklarını yiyor. Bu devrimleri doyuramıyorum!

Sahi aklıma bir soru geliyor; yalnız mıyım? Yoksa herkes mi benim gibi? Herkes bu çorbanın içinde mi? Yoksa herkesin mi çorbada tuzu var? Eğer öyleyse dostlar, ayarı kaçırdığımızı söylemem gerek. Zira bu çorbanın tadı kaçtı!

Şimdilerde sitedeki eski yazıları gözden geçiriyorum. Birçoğunu da kaldırıyorum. On yaşını geçti site. Çocuğum olsa şimdilerde bana küfür ediyordu “Beni bu dünyaya niye getirdin be adam!” diye. Çocuğum olmadı ama bir sitem oldu. Bana bir sürü eş dost kazandırdı sağ olsun… Artık bazı şeylerin değişmesi gerektiğine karar verdim. Burayı biraz daha günlük gibi kullanacağım. Bazı ciddi yazılar da olacak tabii. Ama “isyaaan ediyorum ulan” tarzında yazıları kendi kişisel arşivime kaldırıyorum. Onca yıl isyan ettik de ne oldu yani? Şimdi de etmiyorum isyan falan. Sizleri gayet içsel bir yolculuğa çıkaracağım. Spritüal bir yol… Uçuyoruz, hazır olun!

Tabi siz yine de fazla şey yapmayın yani. Çünkü insan bazen deliriyor… Deliriyor ve bunu kimse fark etmiyor. Niye peki? Çünkü içinde bulunduğu toplumdaki herkes de delirmiş. Oynamadık yeri kalmamış gibi bir de aklını oynatmış. Yaşıyor, yanı başında duruyor, yemek yiyor, bakıyor ama göremiyor. Konuşuyor da susamıyor. Acıkınca karnını doyuramıyor. Ama doğuruyor. İnatla, istikrarlı bir şekilde kusur saçıyor.

Yol demiştim. Ne kadar da ihtiyacımız var şu uzun yolculuğa… Sonu nereye çıkarsa çıksın, gitmeye, uzaklaşmaya… Dağlara, tepelere; bilinmez şehirlere, kırlara, ovalara; bozkırlara, sırlara; oynaya oynaya gelin çocuklar… Tabi kaldıysa… Yani dört tarafı betonlarla çevrili güzel dünyada, bakir kalmış bir coğrafya bulursak; vizeyi, pasaportu; cüzdanı, valizi de ayarlayabilirsek gidelim çocuklar… Gidelim de, dönüş yolu zor gelir mi bilemedim?

Ahh çocukken ne güzeldi, ne kolaydı, ne olaydı çocukken… Ama şimdi büyüdün be… Böyle işte, kaldın şuracıkta… Kaldın da anlatayım dedin. Anlamak için dinlemek gerekti ya, dinletemedin. Sonra salladın işte. Sallamasaydın iyiydi. Salladın ama… Sen mi kurtaracaksın be oğlum şu dünyayı? Hah, işte bu soru! Bu soru var ya, milyonlarca insanı on-on beş yaş birden büyüttü. Büyümeseydik iyiydi de büyüdük işte… Çorbaya döndü dünyamız, çok tuzlu…

İnstagram hesabımı da takip edebilirsiniz.  Çorbanın Tuzu

Çorbanın Tuzu

Beğen  
Sonraki Yazı