Menu

Gece Sayıklamaları – 5

Yolculuk…

İlerlerken, geride bıraktığımız her şey biraz da biz değil miyiz? Kompartımanda, belli belirsiz hüzünlerin çarpıştığı bu garip hikâyenin kahramanları olarak payımıza düşen yolculukların sürüklediği yaşam, belki de görmemiz için tüm bu olanları, bir şekilde uzanıyor ellerimize… Aslında olmamasını dilediğimiz, ancak olma ihtimali olan o beter işlerin ağır yükümlülükleri altında eziliyoruz. Oysa henüz, daha pek çok şeyin yaşanmadığının ayrımına varamıyoruz. Çünkü o pencerenin dışında akıp giden yaşamı deneyimlemekten çok uzaktayız. Görüntüler belli belirsiz aksa da gerçek tüm bu görüntülerin de ötesinde…

Uzun bir kumsalda, hafif bir şeyin kontrolsüz bir biçimde rüzgârla dans ettiği gibi hayat da bizlerle dans ediyor. Dansın kurallarını, metotlarını ve dansa dair olması gereken tüm incelikleri bilmemiz mümkün değil. Bu yüzden çokça canımız yanıyor. Ayaklarımız birbirine dolanıp yalpalıyoruz ama danstan vazgeçmek ne mümkün? Akışına bırakmayı seçiyoruz. Bazen soluğumuz kesiliyor, yoruluyoruz ve nefret ediyoruz… Ama tutkulu şey şu hayat dansı… Nefretle bağlanıyoruz bu sefer… Bu arada bir ritim tutturduğumuz da oluyor. Tam o an “Hah, işte öğrendik” diye düşünürken bambaşka bir şekle bürünüyor dansımız ve yine bocalıyoruz her zaman olduğu gibi…

Tutkularımız, takıntılarımız, korkularımız ve bizlere dayatılanlar… Sahi gerçekten tam olarak neyi istiyoruz? Hoşnutsuzluklarımız, başkalarından dolayı mı; yoksa kendi varlığımızı keşfedemememizden mi kaynaklanıyor her şey? Hangi toplum tam ve kesintisiz bir doğruyu bulabilmiş ki! Hangi çağda insanlar birbirlerine tam anlamıyla uyum sağlayabilmiş?

Her dönemin farklı kaosları, farklı kıyametleri ve farklı acıları vardı. Ne yazık ki biz, önceki çağlarda yaşayanlardan biraz daha şanssızız. Çünkü dünyada olan her şeye maruz kalmak durumundayız. Bir şekilde olan tüm kötü durumlar bireysel alanlarımızın içine doluşuyor. Oysa o alan o kadar dar ki… Ne yazık ki o küçücük alanın içine dolmakta olan tüm bu şeylerin içinde nefessiz kalmakla meşgulüz. Bu meşguliyet, bizi özgün bireyler olmaktan alıkoyuyor. Birbirimizin kopyası haline gelip benliğimizi yok ediyoruz. Peki, ne yapmalıyız?

Yani her şeyi boş verip kendi bildiğimizi mi okumalıyız? Hiçbir sorumluluk hissetmeden yaşamlarımıza devam mı etmeliyiz? Düşenin dostunun olmadığı bir tavrı mı takınmalıyız? Her şeye bana ne mi demeliyiz? Sorular trenin vagonları gibi uzayıp gidiyor. Ama soruların cevapları çoğunlukla netleşemiyor. Her şey gibi belirsiz… Geride bırakılan o yerler, o hayatlar, o insanlar şimdi geride kaldıkları için mi üzgündürler yoksa kompartımandaki yerlerini alamadıkları için mi? Sahi cesaret hangi yüreklerin işi?

Garın bir köşesinde iki büklüm olmuş bedenlerin, gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş silinmişlerin, bu hayatla ilgili alması gereken sorumlulukları bir türlü almayan ve almadığı gibi hep başka dünyaları, başka hayatları, kendi dışındaki tüm evreni suçlama, yargılama ve yadırgama keyfiyetine nereden ve nasıl kapılabildiklerini anlayamıyorum… Anlayamadığım diğer şeyler gibi bu durumu da umursamıyorum artık. Çünkü tozpembe hayallerin viraneye dönmüş evler gibi yıkıldığına çokça şahit oldum. Hayat bir yönüyle kabullenişi gerektiriyor. En azından boyundan büyük işlere kalkışmamayı kabullenmek ve bir şekilde varlığını keşfetmek gerekiyor. Boyunun neye erip neye ermediğinin farkına varınca yaşamak daha doğru ve anlamlı geliyor bana.

Medet umduğun şeyler çoğunlukla gerçekleşmiyor. Çünkü büyük ölçüde medet umulan şeyin umurunda bile olmuyoruz. İnsan kendi dışında hiçbir şeyden medet ummayacak kadar derinlikli ve nitelikli bir varlık. Ama derinliği de niteliği de keşfedecek ve ona sahip olacak yine kendisi. Kimse kimsenin kurtarıcısı ya da kahramanı olamaz. Sadece küçük bir etkisi olur. Fakat iş, yine kişinin kendisinde bitmektedir…

Zaman ilerledikçe, müsamaha gösterme yetimi yitiriyorum. Çünkü müsamaha gösterdikçe kendi öz saygımı yitirdiğimi hissediyorum. Böyle bir çağda, iyilik yaparken bile bir takım kıstaslar çerçevesinde yapılması gerektiğine inanıyorum. Kıstasları olmayan bir iyilik çoğunlukla suiistimal edilir… İşte bu yüzden kompartımandan dışarıyı seyrederken ve uğradığımız duraklardaki insanlara bakarken garip bir his kaplıyor yüreğimi. Onca şey üst üste geliyor, onca iş bir yerlerde birikiyor, onca insanın tutarsız yaşamları ve benim yolculuğum bir şekilde hiçbir anlamı yokken bir yerlerde kesişiyor. Her kesişmede biraz daha büyüyorum. Biraz daha derinlere iniyorum ve boş sohbetlerin, medet umulan şeylerin, kısır döngülerin uzağında bir köşede seyrediyorum her şeyi… Bir dal bile kıpırdatmak istemiyorum. Tek istediğim yolculuğun öylece sürmesi ve olabildiğince uzaklaşmak…

Beğen  
Sonraki Yazı