Menu

Gece Sayıklamaları – 2

Yakalandığının farkında olmadığımız ama bir şekilde içinde yer almayı başardığımız ve bunu sonradan fark ettiğimiz, denklemi olmayan, belirsiz bir yapıya sahip olan an ve anın kusursuzluğu bir şekilde tükeniyor. Bunun nedeni ise insanlığın sürüklendiği alansızlık problemi. Her şeyi çok hızlı ve zahmetsiz sürdürmek bizleri anın yok olmasına taşıyor. Alanın darlığı, alanın yokluğu, alanın çürümeye yüz tutan varlığı koskoca dünyada birer küçük hikâyeye taşıyor varlığımızı. Bu koca bir pastayı görüp, sadece kırıntılara ulaşmakla eşdeğer. İşte bu yüzden insan her şeye sahip olup derin bir mutsuzlukla kuşanmış durumda…

Çok önceleri küçük ama değerli olduğu bilinen -değer verilen- çoğu şeyin günümüzde değersiz görülmesinin iç karartıcılığı üstümüze sinmiş. Yine çok önceleri çoğu insanın farklı yönelimleriyle çeşitlilik oluşturduğu dünyanın yerini, herkesin ortak hedefe kilitlendiği ve o hedefe ulaşıldığında ise ne yapacağının bilinmediği bir yarış hali almış durumda. Yaratılan adaletsizlik bir şekilde zafer olarak görülen maddi telaşlarla ve o telaşların fethiyle giderileceği algısı herkesin hemfikir olduğu yapay bir gerçeği ortaya çıkarmış.

Varlığını ve varoluşu sorgulamak bir yana, varlığının farkında bile olmayan milyarlarca insanın durmadan birbirini ve alanı katlettiği bu çarpık yapının çöküşü çok şaşırtıcı değil. Rant peşinde yaşamlar sürmenin yıpratıcılığı ise yüzlerden okunmakta… Her gün aynı başarısızlığın tekrarlarını yaşayan ve bir süre sonra yaşadığını bile unutan, başkalarının evlerinde yaşarken kendi evlerine sahip olma hayaliyle yanıp tutuşan ama bu hayale belki de çok uzun yıllar sonra ulaşabilecek olan nicesinin açlığı hiç doymayacak. Bu gerçek gün gibi ortadayken, uydurma öykülerde bir alan yaratıp düşlerle yaşamaya çalışan -yaşadığını sanan- ama yaratılan sahte alanın yanıltıcılığı yüzünden yaşamayan o insanlar -biz- nasıl olur da bunca şeyin üstesinden gelebiliriz? Nasıl yeniden -bir şekilde- gerçek alanlarda huzur bulur, o huzurla özümüzdekini keşfetme yarışına girebiliriz?

Kuşatılan benliğimiz, kuşatılan hayallerimiz sırf birileri öyle istiyor diye sürdürdüğümüz yaşamlarımız hangi mucizeyle daha anlamlı olabilir? Bu mümkün müdür? Her ne kadar kendi varlığını yabana atmış olsa da; insan yabana atılmaması gereken bir varlıktır…

Bir uyanış, bir taşım, bir acı her şeyin altını üstüne getirebilir. Bundan korkar insan. Oysa Şems-i Tebrizî’nin dediği gibi “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir, diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” Sorulması gereken soru tam olarak budur. İşte bir cesaret, bir çılgınlık hali her şeyin başı olabilir. İnsan alana ihtiyaç duyar. Hiçbir şeyi gereğinden fazla düşünmeyip kendi varoluş ruhunu aramaktan sorumludur. Bunu unutsa da, -bir şekilde- gözden kaçırsa da gerçek budur. Ötesi bir piramit düzenidir. En tepede hüküm sürenin -sözde- sefa sürdüğü bir düzen… Oysa en tepede olmak için daima savaş vermek gerekir. Peki, sürekli savaş içinde olmak zorunda kalınan bir sefa, gerçekten de sefa mıdır? Düzen, başlı başına bir yanılgıdır. Her şey kaosla mümkün kılınır. Kaos sabitlerin kıyameti, sahiplerin sonu anlamına gelir. Kaosun da çeşitleri ve yöntemleri bulunur. Önemli olan da yaşamı kutsayanı bulmak ve onun yöntemini benimsemektir.

Beğen