Kıyısında yürüdüğün uçurum kenarında tanıdım seni.. Minicik ellerin, tir tir titriyordu.. Ve ben bir an bile tereddüt etmeden sevdim seni. Hiç çelişmeden kafamdakiler, aşık oldum. O an sen düşecektin ve ardından atlayacaktım ben de.. Ya da bir hareketimle çekip alacaktım...
Hayatımıza giren bütün mekanik dokunuşlara da lanet olsun!
Doğum, yaşam ve ölüm.. Farklı noktalarda ve açılarda birleşmiş, bir üçgen.. Doğup, yaşayıp, öleceğiz.. Doğduk, yaşıyoruz, öleceğiz.. Bu en karmaşık denklemlerin, en kısa ve öz, çözüm yoludur.. Hayatımıza X dersek, X den bir halt olmaz. Biz en iyisi mi adımızı...
Nihayetinde hassas bir mizaca sahibim..
Odaların içindeki insanların, sokak köşelerinde kriz geçiren sarhoşların derdini anlamalarını beklememek lazım.. Benim seni nasıl sevdiğimi de, ciğeri beş para etmeyen kerizlerin algılamaları güç.. Kimsenin kimseyi, bizim insanları anladığımız tavırla anlamalarını da beklemiyorum. Toplumumuzun çoğu manken, çoğu üst düzey bürokrat...
Balık ağlarına takılan bir ceset..
Bir şey vardır, hani lunaparkta ki tren en tepeye çıktığında her şey senin olmuş gibi gelir.. Ama birden iniverirsin aşağıya, döner tren, ne olduğunu bile anlamadan biter gezintin.. Sonra bacakların titreyerek inersin, yerde yürümek bile güçtür. Oturursun bir sandalyeye.. Oturuyorum.. Sonra...
Gece akan gözyaşımın hesabını vereceksin; Hayat..
Kimseye Etmem Şikayet Seher Vakti (Bu yazı iki şarkının eşliğinde yazılmıştır.) Hiçbir şeye kızmıyorum ben. Gücenmedim de.. Ben kendime de kızmıyorum. Belki biraz suçluyumdur. Herkes gibi olabilirdim. Umursamadan insanları, hayatı, çocukları, aşkları; günümü gün de edebilirdim. Ben sevdim her şeyi.....
Şehir Azabı..
Büyük şehirlere yüklenilen anlamların; küçük kasabalarda yitirdiklerimizin bir yanılsaması olduğunu hissediyorum. Koca bir denizin koca bir vapuru yuttuğu, insanların sokaklarında uyuduğu ve büyüklük kavramanın köşe başlarındaki pis çöp kutularının içindeki zamanından önce atılmış eşyalarla ölçüldüğü küçük bir ayrıntıdır büyük şehir...
Yalnız..
Bir uğultu işitiyordum. Muhtemelen gecenin sesi olabilir. Aldırış etmeden yürüyordum. Kediler uyuşuk hareketleriyle çöpleri eşeliyordu. Soğuk diyorum kendi kendime… “Umarım karınlarını doyururlar.” Deniz kenarına vardığımda, dolunayın olanca ışığını denizin üzerine yansıttığını gördüm. Işıl ışıl ve hareketliydi deniz.. Yakamozun, hayatımda daima...
Karmaşık..
Mesanene taş düşmüş dediler. Çıkarmalıydım.. Ama ben kusmak istiyordum. Taş kusmak istiyordum. Midemin kapanmayan kapağına lanet edercesine kusmak istiyordum. Kimi geceler vardır ve sadece ağlanılmalıdır! Ki böyle geceler insan ya çok içmiştir ya da çok inanmıştır bir şeylere.. Ama ne...
Aylak..
Boş sokaklarda boyadık aşkın renklerini Ve polislerden kaçarken Soluk soluğa seviştik aşklarımızla.. Yorgun bedenlerimizi alkolle dindirdik Güç bela düzüşlerimizin arasında döktük göz yaşlarımızı.. Özledik çocukluğumuzu, özledik annelerimizi, özledik hayallerimizin olduğu yılları.....
Ölüm Uykusu..
Bir süre ölü bir ten, kurumuş bir cesedim.. Belki kendi tabutumu taşır, derin bir çukura atarım kefensiz bedenimi.. Ya da susarım tüm kelimelere, cümlelere ve gevezeliklere karşı.. Bir şarkıda duyarsınız beni, bir haykırışta, bir ağıtta, gözyaşıyımdır.. Soğuk havalar geliyor. Sıcak...
Boş Masallar..
Dikine dikine giderken hayatın küçük oyunlarında, Buğulanmış camlara çizdiğimiz evlerin bahçelerinde düşlerdik aşklarımızı.. Bir vapurun oynaklığında durmaya çalıştığımız günden beridir, kaypaktı her zemin.. Terlerken tutuğumuz eller, Hiç bitmesin diyeceğimiz o uzun...
Kalın Kabukların Altında, Korkak Bir Kaplumbağa..
İçimizde saçma bir yarım kalmışlık hissi yaşatıyoruz.. Saçma diyorum zira yarım yaşıyoruz her şeyi ve içimizdekinin de yarıma dahil olması şaşırtıcı olmamalı.. Üç bilinmeyenli değil beş bilinmeyenli bir denklem bu.. Bazen insanlar bir şey yaparlar ve hiçbir nedeni yoktur...
Charles BUKOWSKİ (Heinrich Karl Bukowski)
Nerede doğduğunu, ne zaman öldüğünü burada yazmanın bir önemi olduğunu düşünmüyorum. Dileyen okurlar, internet ortamından çok rahat bir şekilde ulaşacaklardır bu tip bilgilere. Bir yazarın, bir düşünürün, bir aydının ya da bir siyasi liderin bu gereksiz bilgilerine takılıp özü gözden...
Bir ihtimal daha var.. O da (sevmek) mi dersin?
Dolma kaleminin içindeki mürekkep kurumuştu.. .Kendi içinin de kurumuş olabileceği ihtimali vardı. Eski evine göre daha küçük ve tahta bir eve yerleşmişti. Uygundu kirası ve büyük evlere göre temizlik daha kolaydı bu küçük tahta evde.. Yıllar önce cilalanmış kapıların...
Öyle gecelerde, öyle anlar olur ki; hayatının hiç bir anında aklından çıkaramazsın.. Ve ölümler, düğünlerle iç içedir bu hayatta.. KK
Ve sen istediğin kadar yıka, parlat, cilala hayatı; biri gelip tosyalayacaktır tam ortasından.. Bunca yıldır verdiğin emeği heba edecektir yani.. Sırf böyle anları bekleyen milyonlarca insan var.. Köşelerine sinip o anı bekleyen yok ediciler.. Bitmek bilmeyen koşturmacaların ardından beklediğimiz o...
Mutluluğun Kıyısından Dönenler
İhtiyar, aksak adımlarla kapıyı zorladı.. Basite indirgemişti hayatını.. Az yiyor, çokça içiyordu uzun yıllardır.. Al al olmuş yanakları müzmin bir ayyaş olduğunun göstergesiydi.. Masaya oturdu.. Sabahtan kalan şarabından bir bardak aldı ve yudumladı.. Her yudumda maziyi deşen zihni, yine...
Bir tabut korkutmaz insanı; eğer içinde değilse.. KK
Geç saatte evin yolunu tutmuştum. Dışarısı çok soğuk ve aynı orantıda boştu.. Çöpün kenarına bırakılmış çöp poşetlerini kediler parçalamakla meşguldü.. Birilerinin çöpü birilerinin umudu.. Hayat bu şekilde bir denge kuruyor olmalı.. Yoksa iyilik kötülükle, yoksul zenginle bir orta yol...
Kinyas ve Kayra
Beni derinden etkileyen özel kitaplardan biridir Kinyas ve Kayra.. Kitabın içinde aslında üç bölüm bulunmaktadır. Birinci bölüm ikisini kapsar. Diğer bölüm Kayra vardır sadece. Üçüncü bölümde de Kinyas sahnededir.. Her sayfa zihnimizde, film sahnesi gibi net bir şekilde oynamaktadır.. Bu...
Kördüğüm kelimelerim..
Herkesin yaşayacağı günler belli.. Bazı anlar öyle geçiyor ki ömrüm, bir saniye bir yıl gibi tükeniyorum.. Ilık cümleler soğuk yüzlerle karşılanıyor ve tam on sene çöküyorum karanlıkta.. Tıkanıp kalıyorum bazı köprüleri kurmadan hemen önce, ya da yola çıkmadan yoruluyorum, ölüm...
Kayıp
Bütün özgürlüklerimizi kaybediyorduk, doğarken kesmiştik kanatlarımızı, gülüşlerimizi savaşlar almıştı, sesimiz bir çığlığın ertesinde kısılmıştı, Bir mermi aldı canımızı, Gönlümüzü de güzel kadınlar.. Bütün sevgilerimizi kaybediyorduk, Kavga çıkıyordu, Kan akıyordu, çiçekler soluyordu ve güneş kapkara bulutların ardında esir düşüyordu.. Bütün çocukları...